“Eğitimciler ne derece yoruma ve eleştiriye açıklar? Toplumun, eğitim çalışmalarını ve eğitimciyi eleştireceği yeni sürece, biz eğitimciler ne kadar hazırız? Değişimin öncüsü mü olacağız? Gelişmelere seyirci kalıp sürecin peşinden mi sürükleneceğiz?”
Bu Yazının İçeriği
DEĞİŞİME NE KADAR HAZIRIZ ?
Teknolojideki ve iletişimdeki hızlı değişim ve gelişme hayatımıza hemen girmekte ve hepimizi etkilemekte; dolayısıyla hepimizi değişime tâbi tutmaktadır. Bu gelişme ve değişime direnmek, kesinlikle mümkün değildir, doğru da değildir.
Değişim kaçınılmaz olduğuna göre, bu süreçten en olumlu yararlanmanın yollarını aramak gerekir. Gelişen ve sürekli değişen dünyada biz eğitimciler de bu süreçten muhakkak etkilenmekteyiz. O zaman şu sorunun cevabını aramalıyız:
“Değişimin öncüsü mü olacağız yoksa değişim ve gelişmelere seyirci kalıp sürecin peşinden mi sürükleneceğiz?”
Toplumun geleceğini oluşturan öğrencileri, hayata hazırlama misyonunu üstlenen eğitimciler, sürdürdükleri misyonun gereği olarak muhakkak ki değişimin ve gelişmenin elçisi olmak zorundadır.
Sanayi devrimiyle birlikte dünya; “üretim istatistiği” yani “ölçülebilir verimlilik” ile tanışmış oldu. Bu süreçte artık her türlü üretim ölçülebilir oldu. Teknolojideki gelişmeler de bu ölçümleri daha da kolaylaştırdı. İş verimliliği de sayısal verilerle değerlendirilmeye başlandı.
Yakın zamana kadar eğitimde verimlilik ve başarı değerlendirmesi sayısal verilerle yeterli düzeyde yapılamıyordu. Elde edilen veriler de toplumun her kesimine yeterli düzeyde ulaşamıyordu.
Olumlu veya olumsuz örnekler, toplum katmanlarına kısa sürede ulaşmadığı için etkileri de istenilen düzeyde olmuyordu Bundan dolayı da eğitimin sonuçları, eğitimcilerin verimliliği ve başarısı toplumda yeterli düzeyde tartışılmıyordu. Ancak bu durum mazide kaldı.
Son yıllarda okulların internet ağına kavuşturulması; e-okul ve veli bilgilendirme sistemlerinin devreye girmesiyle, geçmişe göre eğitim çalışmaları topluma daha da açık hale gelmiştir.
Artan ve gelişen iletişim araçları sayesinde olumlu veya olumsuz her konu çok kısa sürede toplumun gündemine girmektedir. Eğitim çalışmaları dolayısı ile eğitimciler sürekli bir değerlendirmeye tâbi tutulmaktadır.
Başlamış olan yeni süreçle birlikte, toplumun eğitime bakışı, eğitimden ve eğitimciden beklentileri de farklılaşmıştır.
“Eti senin, kemiği benim!” zihniyeti çoktan sona erdi. Yeni bakış açısı:
“Etini-kemiğini-duygularını eğitime katan eğitimciler!” arar oldu. Bu bakış açısı, bir beklentiden öte, eğitim hizmetine sunulan teknoloji ile ölçülebilir hale geldi.
Artık içinde bulunduğumuz yeni süreçte; eğitimde yapılan her çalışma sayısal verilerle ölçülecek; sonuçta da eğitimciler bu verilerle değerlendirilecek.
Bu süreçte, yapılan eğitim çalışmaları, övülmekten çok, şimdiye kadar olmamış derecede acımasızca eleştirilecek. Sanıyorum, eğitim sistemindeki personel hareketliliği bu değerlendirmelere göre yapılacaktır.
EĞİTİMDEN BEKLENTİLERİM NELER ?
Bir eğitmen kadar yeterli bilgiye sahip olmayabilirim evet olabilir. İnsanlara ön yargılı davranmamak gerekir. Şunu söylemeliyim ki ülkemizde yapılan eğitim sistemi hakkında yapacağım yorum ve eleştiriler deki amacım asla kötülemek değil tam tersine eğitim sistemindeki bozuklukları ve aksaklıkların nelerden kaynaklandığı üzerine olacaktır.
Benim eğitim geçmişimde neler oldu?
Öncelikle kendi eğitim öğretim hayatımı size aktarmak isterim. İlk okul çağlarında temel bilgileri aldık, orta öğretim düzeyinde “Hayat Bilgisi, Fen Bilgisi, Türkçe, Tarih, … vb.” gibi ders başlıkları çoğaltılabilir. Önemli olan benim ne seçeceğim. İlk okul 6. sınıfta bilgisayar ile tanıştım. Tabi o zamanlar bilgisayar herkesin gözünde önemli bir şey, kimisine göre arkadaş ortamında takılmaca, kimisine göre oyun ortamı, kimisine göre de eğitim yeri. Benim bakış açım o zamanlar şu olmuştu. “Bende o insanlar gibi bir yazılım yapamaz mıyım?” Tabi o zamanların meşhur oyunu herkesin de bildiği ve halen daha belki de severek oynadıkları “Mario”dan başka bir oyun olamaz.
Zaman içerisinde kendime şu soruyu sordum. “Bende bu oyun gibi bir oyun yapamaz mıyım?” oyunu oynardım evet ama oyunun o zaman ki şartlarda nasıl yapıldığını anlamak için oynardım. İnsanlar oyundan zevk almak için oynarken, ben oyunun tuşa basıldığında o hareketlerin nasıl verildiği oldu. Tabi o zamanlar YouTube Türkiye de yeni yeni yayılmaya başladı. İnternet ortamında bir düzine kadar yararlı forum sayfaları mevcuttu. Bende araştırma yoluna koyuldum. Tabi o zamanlar 11 yaşlarında bir çocuktum. Google amcamız sağ olsun ne yazarsam doğru düzgün yanıtlarını vermezdi ve bende İngilizce düzeyim olmadığı için araştırmaları YouTube üzerinden devam ettirirdim. İngilizce olarak örneğin “How to” , “Nasıl” olarak yazardım ve Google Translate üzerinden Türkçe’den İngilizce’ye çeviri yaparak kendime doğru olabilecek sonuçları çıkartmaya çalışırdım. YouTube benim için kaçınılmaz bir veli nimet oldu. Ben sorardım soruyu YouTube bana videolu içerikleri çıkarırdı ama halen daha bir sorun vardı o da “İNGİLİZCE”nin ta kendisiydi. Kafaya koydum öğreneceğim ama nasıl olacaktı?
O zamanlar ilk öğrendiğim yazılım dili VB.NET oldu. (VB.NET = Visual Basic) Bu kodlama dili bana oldukça kolay geldi o zamanlar. Halen daha benim için öyle. Daha sonrasın o dilde istediğim kaynaklar yeterli gelmemeye başladı aslında yeterliydi fakat zengin içerikler bulunmuyordu. Bu yüzden bende C# adında yazılım diline yönelmeye karar verdim. C#’da ağzına kadar dolu içerik beni bekliyordu. Tabi halen daha sorun var o da “İNGİLİZCE”. Yeterli düzeyde İngilizce bilgisine sahip değildim. Bu sorun benim öğrenmeme engel olamazdı. Videoları izledim sürekli bıkmadan, usanmadan. Sonuç olarak şunu demeliyim ki öğrenmek için illa dile ihtiyaç var ama hiç bilmeseniz bile videolarda anlatılanları uygularsanız mutlaka öğrenirsiniz.
Gelelim eğitim probleminin patlak verdiği kısma. Benim en can alıcı noktalarımdan birisi geliyor. Eğitim öğretim hayatı baş gösterdi tabi o zamanlar SBS (Seviye Belirleme Sınavı) adında sınav mevcut. Bu sınav şuan LGS (Lise Geçiş Sınavı) olarak geçiyor. Ben SBS sınavının en son girenlerden biriyim ve şunu demek isterim ki inanın hiçbir sınav kolay değil ama benim girdiğim SBS sınavı 3 aşamadan oluşuyor ve bu 3 aşamanın ilki 6. sınıfta başlıyor. 6. sınıfta 1 defa, 7. sınıfta 1 defa, 8. sınıfta 1 defa, toplamda 3 yıl üst üste 3 defa SBS sınavına giriyorsunuz. O zamanlar sınavlarım berbat geçti ve kazanma ihtimalim yoktu. Nerede şuan ki gibi sistem olsa belki yazılımı daha iyi anlardım. Tabi eğitim kaynakları da çok şimdi henüz gelmedim oraya. Neyse eğitim sınavlarına girdik sonuçlar kötü hatta yerlerde. Düz liseye gider seviyesinde sonuçlardı benim için. Allah tarafından lütuf mu geldi ama ben Anadolu Meslek lisesine girdim. Torpil felan değil bildiğiniz girdik işte. O zamanlar sevindim ama merakınız kalmasın o sevinç Lise 1’de son buldu. Lisenin ilk sınıfında dersler bir ağır gelmeye başladı, yapamama endişesi sınıfta kalma endişesi felan bildiğiniz hayatın en can alıcı en acı noktasına geldim dedim kendi kendime. Neyse öyle böyle lisenin ilk yılları geçti karne dönemine geldik çattık. Herkes karneleri alıyor sevinçli bizde notlar yerde. Lisenin ilk yıllarında sınıfta kaldım. Bildiğiniz kaldım yani.
Kalma sebebim şöyle oldu; O zamanlar ders notları 50 ortalamanın altında olanlar not yükseltme sınavına girmeliydi ve notlarını yükseltmeliydi. Bu zorunluydu aynı zamanda. Benim kaldığım ders sayısı 4 ve karne not ortalamam 53,65 idi. Tabi o zamanlar sınav yükseltmelere girdik şimdi bu not indi mi daha çok aşağıya 48.58’e kadar. Tamam geliyorum 1. şoku yedik sıra 2. şok da. O zamanlar Anadolu Meslek Lisesi öğrencilerin karne geçme ortalamaları en az 55, Düz Meslek Lisesi olan öğrencilerin karne geçme ortalama notu en az 50 olmalıydı. Aynı yıl aynı gün karneler verildikten kısa süre sonra 1 hafta kadar süre sonra yanılmıyorsam M.E.B’den yeni değişiklik geldi. Değişikliğe göre Anadolu Meslek Lisesi öğrenciler geçme ortalaması ile Düz Meslek Lise öğrencilerinin geçme ortalaması 50 olmuştur diye. 2. defa zaten kalmış olduk hayırlı olsun. O zamanlar karne ortalamaları 50 olan arkadaşlar üst sınıfa geçme hakkı kazandılar. Yine çok kısa bir süre sonra bu açıklamadan sonra yeni bir düzeltme daha geldi o da 50 ortalaması altındaki derslerde zorunlu ortalama yükseltme sınavlarına giriş kalkmıştır. Artık girmek zorunda değillerdir diye. Bildiğiniz ben yeni kurallara göre de eski kurallara göre de buga girdim ve kaldım. Değişiklik çok kısa sürelerde oldu onların da kanıtlarını en kısa sürede ekleyeceğim.
Sonuca gelecek olursak lisenin ilk yılında kalmış bulundum. Bu sonuçtan şunu çıkarmanızı isterim ki inanın eğitim seviyesi herkesin farklı ve eğitim düzeyleri aynı değil bu yüzden insanları aynı kefeye koymamalarını ve öğrencilerin başarılı oldukları alanlarda ilerlemelerini her zaman isterim. Kendim harcandım siz harcanmayın.
En kısa özete gelecek olursam bir şekilde lise hayatım sona erdi ama halen daha istediğim yazılım eğitimini alabilmiş değilim. Bana lise zamanında öğretilen yazılım olarak verilen ise “WEB TASARIM” oldu. Web Tasarım yazılım değildir, yazılım diyenleri yoruma davet ediyorum.
Eğitim Öğretim Olmasını İstediğim Eğitim Biçimi
Bence eğitim öğretim ilk okuldan itibaren “Tarih, Dil Bilgisi, Fen Bilgisi, Matematik, … gibi” çoğaltılıp eklenebilir. Bu tarz konular verilmeli ve 6. sınıftan itibaren öğrenciye artık “Edebiyat, Fizik, Kimya, Biyoloji, …” konular eklenerek verilmelidir. Lise çağına geldikten sonra ise öğrencinin hangi alanda başarılı olduğunu öğretmenleri tarafından saptanıp öğrencinin hedefleri doğrultusuna göre destek ve eğitim verilmelidir. Kendimden örnek vereceğim yine. Yazılımcı olmak isteyen birine Biyolojiyi, Kimyayı, Edebiyatı, Felsefe’yi öğretsen ne olur? Biyolojiyi öğrendikten sonra bilgisayarlardan habitat mı kuracağım, Kimyayı öğrendikten sonra kodlarla atom bombası mı yapacağım, Edebiyatı öğrendikten sonra aşkın şarabından içip kodlarımın arasına şiir mi yazacağım, Felsefe’yi öğrendikten sonra bakış açılarına bakarak mı kod yazacağım. Yani eğitim sistemimiz ne yazık ki olay yani kısa özetle şu şekildedir. Bunu resimle anlatmak isterim.
Olay tamamen bundan ibarettir. Fikirlerim ve görüşlerim benim bunlardan ibarettir. Fikir ayrılığı yaşayabiliriz bu normaldir. Herkes farklı bakış açısı, fikir anlayışına sahiptir ama ortak yönlerimiz mutlaka vardır. Sizleri seviyorum hepinize kucak dolusu sevgilerimi bırakıyorum. Allah’a emanetsiniz.